Cabo Polonio’ya mıhlanmak
Rocha yolları… Sabahın köründe terminale gittim. Rotam buranın okyanus kısmı Rocha bölgesi. La Pedrera’dan başlayacağım. Günübirlik Cabo Polonio yapıp 2 gece La Pedrera’da kalmak plan ama tabi ki sözde. Uruguay otobüsleri dolmuş gibi çalışıyor. Sürekli indi bindi durumları var ve ben her yerde geldik mi deyip atlıyorum. Burada biraz İspanyolca sinir krizleri geçirdim. Muavine Türkçe bağırıp çağırdığım anlar oldu, olmuyor anlaşamıyoruz sonra sinirleniyorum. Habire “relax” diyorlar ama helaşeee diye söyleniyor, en çok bunu duyuyorum otobüs yolculuklarında =)
La Pedrera’ya ulaştım ama Cabo Polonio otobüsünü yakalamam lazım günde 1 defa. La Pedrera’da açık bir tane hostel var (compay) zaten direk oraya gittim. İn, cin, 2 köpek ve ben varız. Her yeri ölü sezonda gezdim bu seyahatte ama bura kadar ölüsünü görmedim. Hostel çalışanı Nicolas ve ben varız. Çocuk uzun zamandır insan görmenin sevincini yaşıyor benle. Eşyalarımı direk bırakıp bir şeyler yemeye çıktım. Tek bir açık restoran yok. Anca market bulup bir şeyler aldım sahile indim. Bura biraz Alaçatı mı desem Ege kasabaları gibi. Dükkanlar, cafeler açıkken eminim canlıdır. Sahil çok ihtişamlı. Kayalıklar, okyanus ohh. Sörf kenti.
Vakit kaybetmeden Cabo Polonio yolunu tutuyorum. Burayı çok merak ediyorum. Marcelolar acayip övdü. Elektriğin olmadığı, sadece balıkçıların, sanatçıların yaşadığı bir hippi kenti. Milli park olarak korumaya almışlar. Bilet alıp kamyonla giriyorsunuz. İner inmez aşık oldum. Hiç böyle bir yer beklemiyordum. Çok karakteristik. Kulübe tipi rengarenk evler, yosun kokusu, dalga sesleri, akıl almaz bir rüzgar. Kimseler yok, ba-yıl-dım. 2 saatte geziliyor küçücük bir yer ama mıhlanma duygusunu burada da yaşadım ve hayır ben La Pedrera’ya dönmek istemiyorum dedim. Son otobüs 6’da ve ben 5.30’da kendime hostel seçip, La Pedrera’daki Nicolas’a “canım ben gelmiyorum, eşyalarıma iyi bak beni yarına say” diyorum. Denize en yakın Del Cabo hosteli seçtim. Hostelworld ya da lonely planet’de adı geçmeyen bir yer. Acayip spontanım burada, hippi havası bana da nüfuz etti. Arjantinli bir kız gezdirdi. Dedim benim hiçbir şeyim yok yanımda, çıkardı montunu verdi hayatımı kurtardı. Çatı katı bir odam var, dalgayı, rüzgarı direkt hissediyorsun. (hee izolasyon pek iyi değil, ahşap da) Burada da restoran yok ama insanlar var en azından.
Hostel sahibi Pancho çatlak biri. Tarzanca İngilizcesi ve benim Tarzanca İspanyolcamla anlaşmaya çalışıyoruz. Tip tam bir 80’lerde popüler olmuş ama sonra dağılıp unutulmuş rock grubu üyesi tipi. Müzikle de yakından ilgili zaten. Ona da Anadolu Rock aşıladım, Cem Karaca tuttu burada da.Yazın buranın barı ondan soruluyor. Bize reggae eşliğinde balık yaptı, şarap ikram etti. Hepsinin kafalar dumanlı zaten, acayip bir ortam var. Enerji çok az, küçük fenerlerle idare ediliniyor. Gerçi Pancho dayı macbook ve usb modem çıkarıp facebook’a anında bağlanarak tüm ambiyansın içine etti ama genel olarak gerçekten tüm elektronik hayattan uzak bir yer. Telefonumu ilk kez kapıyorum. İlk kez wifi passwordu nedir cümlesini kullanmıyorum ve ilk kez yokluğunu aramıyorum. Bu esnada Türkiye’de dergiden yüzlerce kez aranıp, mail, mesaj bombardımanına tutulmuş olmam da Murphy’nin tee buralarda beni bulmasını gösteriyor. Ama umurumda değil çok huzurluyum.Sahil uçuyor, sırtımı kulübeme verip yıldızları izledim. Şehir kapkaranlık olunca sanki yıldızlar daha bir yakın oluyor. İnanılmaz bir görüntüydü. Dolunayda ve ılık havada düşünemiyorum burayı. Geri gelinecekler listemde üst numarada.
Jujy da 1 ay önce gelmiş buraya ve bir Avustralyalı gezginle karşılaşmış. Adam en yakın arkadaşını kanserden kaybetmiş ve dünyayı külleriyle geziyormuş. Külleri savurmak için en özel yeri arıyormuş ve her yeri gezdikten sonra Cabo Polonio’da en farklı hissetmiş ve buraya bırakmış. Bana da aynısını yapabilirsiniz. Cabo Polonio mu olur başka koy mu olur bilemem ama Atlantik’te bir yerlerde savrulmak istiyorum. Bu seyahatten öğrendiğim tek şey deniz olan yerde mutluyum. Bu hislerle dalga sesleri ve rüzgarla sanki denizin üzerindeymişim gibi mışıl mışıl uyudum. İyi ki dönmemişim La Pedrera’ya..