Londra’yı iyi biliriz en iyi bizzzz biliriz
100 kere gidip de hala yeni bir yer muamelesi yaptığım yegane şehir. Bitmiyor da bitmiyor. Ayıptır söylemesi bir evim de orada var. Ankara’dan çok gidiyorum denilebilir. Benim için Londra’nın en güzel yeri minnoş yeğenlerimin yanı tabi ama soulfreeproject’i aile saadetine çevirip konsepti bozamam. Ayrıca soulfreeproject sonrası bu şehre daha farklı baktığımı fark ettim. Yok Oxford Street’miş, Westminster’mış royaller moyaller yeter artık uzak dursun. Tüm turistik faaliyetleri yıllar öncesinden tükettim. Benim için Londra sokak sokak gezilip, uçuk kaçık dükkanlar, galeriler, eventler, insanlardan ibaret. Ha bir de park qeyfi.
Vizesizlikten mütevellit uzunca bir ara vermiştim Londra kaçamaklarına. Yeni çıkan yeğenimi görme vesilesiyle tekrar kavuştuk. Pasaportumda bile aile ziyareti yazıyor o yüzden şehri yutamadım ama biraz birikimlerimden de araklayarak size Londra’da soul free nasıl gezilebilir biraz aktarayım.
HAMPSTEAD
Sanırım Londra tarihinin en en güzel havasına rastladım. Mart başı İstanbul’u buz gibi bırakıp Londra’da tshirtle gezmek hayal ötesi bir deneyimdi. Botları atıp terlik giydim resmen. Hal böyle olunca aile saadetini yemyeşil parklarda sürdürmesini bildim. Yaşam alanımız biraz çocuklu zengin aile bölgesi Hampstead dolayları. O parklarda çocuk gezdirince “niye ben Ankara’da büyüdüm yeaa” diye feryat ediyor insan. Yurdum çocuklarının ciyak ciyak ağlamasına şaşmamalı, böyle parkları, özgürlükleri yok. Benim değil yeğenim Can Luca’nın soulfreeprojecti oldu valla. Bu bölgede Primrose Hill’de enfes cupcake yenip, meydandaki cafelerde takılınabilir. Mahallenin tek turistik şeyi ise St. John’s Wood dolaylarındaki meşhur Beatles Abbey Road’u. Ev yolu olunca hiç foto çekmemişim orada, hayret.
SOHO
Metro velinimet tabi bu şehirde. Jubilee Line da dibimizde olunca birkaç saatlik kaçamaklarda merkez havası almadım değil. En sevdiğim sokak Regent’s Street’i kesen Carnaby Street. Buradaki mağazalara da, sokağın ambiyansına da bayılıyorum. Geçmesem olmazdı. Buradan kaptırıp arka sokaklardan Soho’ya ulaşıyorsunuz. Tam da after work saatine denk getirmişim. Cafe Boheme’de drink alıp Fransız duruşumla kendi kendime snob İngiliz kahkahaları atmayı ihmal etmedim. Beni Soho’ya bırakın tüm gün design dükkanlarda dolanıp durayım. Eskiden her geldiğimde bir müzikal mutlaka yakalardım. Artık ne kadar çok izlediysem merak ettiğim kalmamış. Leicester Square’den son dakika bileti alabilirsiniz gününde çok daha ucuz oluyor. Yüzyıllardır oynanıyor zaten aynı gösteriler illa ki yakalarsınız. Phantom of the Opera, Mamma Mia, Lord of the Rings, Billy Elliot, Nutcracker bende iz bırakanlar.
Buranın akşamı da efsane. Ama soul free hobaa dışarıda bulayım da olamıyormuş. Burada bir lokale ihtiyacım var şöyle dengim olan. Evli çocuklulardan clubbing tavsiyesi alamıyoruz. Emre ve Ömür’le kendi kendimize keşfe çıktık. Guardian’ın en iyi kokteyl barlar listesinde görüp gözüme kestirdiğim ECC (Experimental Coctail Club)’ı orijin belledim. Adamların hakkı var. 3 tane birbirinden enteresan ve leziz kokteyl içtik. Ortam loş, arkadaşlarla toplanıp içki içmelik tam. Ama benim daha hardcore gece hayatını göresim var o yüzden buradan uzuyoruz. Ama hala bilinçsiziz. Soho’dan umduğumuzu bulamayıp Piccadilly’e çıktık. Hiç de cool olmayan yerlere girdik, evet ama komik bir deneyim oldu. İşin garibi bazı paçoz yerlere de giremedik daha paçoz olduğumuz için. Cafe de Paris diye muhtemelen 70lerin hit mekanına bi bakıp çıktık Emre giremeyince ne var allasen içerde diye. Gerçekten takım elbiseli kodamanlar varmış kösele ayakkabılarıyla. Baya dev bir r&b çalan pavyon. Dansçı kızlar, dev avizeler, localar falan. Aranan kan değilmiş. Sonra yıllar önce İngiliz arkadaşımla geldiğim Jewel’a girelim dedik en azından bildiğim yer kafası orada 2’de bitiyormuş. En sonunda Tiger Tiger diye bir apaçi barına yeter lan diye girdik. Apaçi mapaçi ama baya 15 pound bayılıp giriyorsun içeri lüzumsuz. Burası benim için tam bir insan belgeseli oldu. Adını Easy Tiger diye değiştirseler olurmuş. Eş değiştirenler mi dersin, tutkulu gayler mi dersin, karı kız düşürmeye çalışanlar, kesişenler… İzleyerek vakit geçti. Turist eğlencesi oldu bizimkisi biraz. Buenos Aires’teki gibi gizli noktaları bilen her yerde adamı olanlarla gezilecek tekrar! Seneler önce bir de Camden Town maceram olmuştu. Burası Beyoğlu arka sokakları gibi uçuk kaçık, kafası güzel insanlarla dolu bir mahalle zaten. İsviçreli arkadaşlarımla o bar bu bar gezip en sonunda kaldırımda sürünerek bitirmiştik. Bu tip eğlenceler daha unutulmaz olabiliyor.
RIVER THAMES
Bir diğer kaçış noktam da Thames Nehri kenarı. Nehir görmeyince içime fenalık basabiliyor. Bomboş zamanlarda baya Westminster’dan Waterloo’ya kadar yürümüşlüğüm olur ama burada benim gezilerim 2 saatle sınırlı olduğundan direk Waterloo’dan başlayıp bir Jubilee line durağında bitirecek şekilde yürüdüm. Haftasonu kalabalığı çok da huzur dolu diyemeyeceğim ama illa ki ilginç görüntülerle karşılaşabiliyorsunuz. Ergenlerin fanı olduğu bir celebrity, tuhaf şovlar, sokak müzisyenleri vs. Tate Modern ve Design Museum da bu güzergahta. Anca Tate’in bookstoreunda vakit geçirebildim. Sergiler için baya zaman ayırmak lazım e çok da ucuz olmuyorlar bir de o paraya kitap aldım misal=) Ama bu sefer nandos’da peri peri yapamadım ona yanarım.
BRICKLANE
İşte burası benim favori mahallem. Bangladeşlilerin falan yaşadığı bir semt ama aynı zamanda entelektüel, artistik bir havası var. East End London’ın gulü Shoreditch pazarları bir şahane. Souq kültürü buradan geliyor. Bricklane sokakları komple ıvır zıvır, yeme içme pazar yerine dönüşüyor. Tabi aşırı kalabalık o ayrı. Ama herkesin kafalar güzel. Sokakta dans edenler, çimlerde yatanlar vs. Old Spitalfields market var bi de ora her daim açık sanırım. Ben önce bilinçsizce orada vakit geçirip saçmasapan şeyler aldım ama asıl cevher dışarda olanmış. Orada tüketmeye vaktim kalmadı. Grafittilerle boğuldum. Banksy ve niceleri bu sokaklarda. Bir de mükemmel bir bagelcı ve cheesecakeci var . Londra’da yenebilecek en ucuz ve en leziz şey olmalılar. Beigel Bake gidin bulun. Buralarda galeriler de çok iyi. Daha sakin bir zamanda gelip gezinesi. Gece hayatı da keza. Onu da başka bir zamana bırakarak geri dönüyorum. Benzer souq konsepti Camden Town Market’da da var bir güne sıkışmış da deil her daim.
Teyzelik ve gezginlik arası bu sıkıştırılmış Londra kaçamağı hem de böylesine mükemmel bir havada ilaç gibi geldi. Hele anne yemeği yemeye Londra’ya gelmiş olmam da apayrı bir hikaye. O 2 saatlik kaçamaklarda az para tüketseydim iyiymiş. Gördüğünüz her şeye bayılıyorsunuz ama biçilesi değer X 3 maalesef. Ben onu X 1 yapınca ok yaydan çıktı. Pahalı olmasa yaşanası şehir vesselam. Neyse benim için Ankara’dan daha cazip bir durak. Aile buluşmalarımızı burada yapabiliriz no problem der bir sonraki Londra’yı iple çekerim.