Piyangodan Malta çıkarsa
Hiç hesapta yokken Malta, literally öyle.. Bundan aylar önce Ece ile Karnaval’ın Hard Rock Cafe Radyosu’nun lansman gecesine katılmıştık. Girişte hepimize çekiliş numaraları verdiler. Şansıma hiç inanmadığım için çekilişi bekler miyim emin bile değildim ama beleş içkinin cazibesiyle kaldım. Öyle ki dayanamayan bir çift bize numaralarını hediye ettiler, sonra Ece de erken ayrılmak zorunda kaldı ama ben direndim. Önce kendi numarama bir yemek kazandım sonra da bize numarasını bırakıp gidenlerin şansına 1000 TL’lik Hard Rock Cafe destinasyonlarından birine uçak bileti. 1000 TL’ye Avrupa’da istediğin yere rahat gidersin ama şimdi şans ikimizin hatta bizim bile değil aslında, dolayısıyla 2 kişilik 1000 TL’yi tamamlayan bir rota sonunda buldum: Malta!
Tamamen “Abisi biz bu parayla nereye gidebiliriz?” mantığıyla seçilen bir seyahat rotasıydı yani. Daha sonrasında Malta’nın gidilesi bir yer olduğuna dair kendimizi ikna çalışmaları başladı. 1 Mayıs İşçi Bayramı’na denk gelen 3 günlük tatili değerlendirdik. Bize Müge de dahil oldu ve 3 kız kendimizi bu adada bulduk.
1.GÜN: İstanbul’dan sabah uçağıyla Malta’ya 2.5 saat gibi bir sürede geldik. Airbnb’den ayırdığımız odanın sahibi bize taksi de ayarladı. Burada taksiler önceden rezervasyonlu çalışıyor, diğer türlü kazığı yiyorsunuz. Geniş bir otobüs ağı var ama git Allah git bitmiyor (az sonra).
Kaldığımız ev St.Julians bölgesinde. Gece hayatının kalbi diyorlar diye burayı seçtik pek dahil olamadık o hayata o ayrı. Hafif Bodrum Gümbet discoları tarzı gibiydi. Yine de Valetta gibi tüm ana hatların geçtiği bölgeye yakın. Ev muhteşem değildi ama baya ucuzdu, o yüzden fazla söylenemeden eşyaları attık. Ev sahibimiz Caroline bize turumuzu nasıl çizmemiz konusunda epey yardım etti. İlk gün menümüzde Mdina, Valetta var.
St.Julians’dan otobüse atladık eski şehir dedikleri Mdina’ya doğru bitmek bilmeyen bir yola girdik. Haritaya bakıyorsun her yer kısa gözüküyor ama öyle değil. Aslında baya büyük bir ada ve otobüsler orada burada durduklarından mesafeler daha da uzuyor. Panoromik sahil turu yapmış olduk bir yerde. Sliema denilen bölge de kalınası nezih yerler arasında gibi. Upuzun bir koy, sahilyolu açısından Copacabana’yı hatırlattı tabi sadece düzen olarak. Mdina merkezde bir yer. Surlar arasında bir şehircik gibi. Siena gibi bura da. Zaten İtalya esintileri çok fazla bu adada. Mdina’yı çok sevdik. Tarihi dokusu, dar sokakları, sessizliği…Çıkasımız gelmedi doğrusu. Tepeden manzaralı bir cafeye geçip şaraplarımızı içtik. Burada şarap çok ucuz ve güzel. Kafamız hafif güzel oldu, ondan gezi seyrimiz biraz değişti.
Ama vakit kaybedemeyeceğiz çünkü sırada asıl tarihi kent Valetta var. Burada bizim mahalle dediğimiz yerlere şehir diyorlar, çözemedim bir türlü burası da başkent. Burada görülecek çok yer var ama bizim kafamız güzelleşince kaçırdık saatleri, dışarıdan bakıyoruz. Game of Thrones da izlememişiz yabancıyız şehre haliyle. Üst Kışla Bahçeleri’ne çıktık ne var ne yok şehirde iyice gördük. Karşıda 3 ayrı şehir daha duruyor. Oralara da botlarla seferler var ama biz tabi ki nanay. Uzaktan seyri yetti. Bir yandan da Ece’nin selfie çubuğuyla imtihanı mücadelesi veriyoruz, epey yoğunuz yani.
Dolana dolana akşamı bulduk. Hard Rock Cafe’de hediye yemeğimiz var ona yetişeceğiz ama açlıktan da ölüyoruz. Ara sokakta bir yerde Wild Honey diye tatlı bir bar gördük atıştırıp içelim bir şeyler dedik. Ama öyle bir şarküteri tabağı geldi ki öldük. Eritelim dedik olmadı. Bir yandan da şehir sessizleşti, her yer boş anlam veremiyoruz. Hard Rock’a doğru yol aldık. Marinadaki dizi dizi restoranlardan biri. Yemek için en ideal yerler burada belli. 2 kişilik yemek ikramımızla gittik ama bizi bir ağırladılar ne isterseniz her şey bedava. Al işte Murphy öyle tokuz ve yorgunuz ki Türklüğümüzü gösteremiyoruz. Ortaya bir Combo tabağı söylememiz yetti. Kızlar onlarla pert oldu. Ben bir de ana yemek yedim üstüne. Sonra tatlı, kokteyller derken şiştik ve enerjimiz iyice düştü. Sırada gece hayatı var diyorduk ama resmen uykumuz geldi. Buradan çıkmalıyız dedik çıktık. Belli bir saate kadar gece otobüsleri var Allahtan. St. Julians’a gelmemizle Müge’yle bana bir gezinme aşkı geldi. Ece’yi yollayıp sahil yakınlarındaki Juuls Bar diye bir reggae bara gittik. Valetta’yı boşaltan tüm gençler buradaymış. Merdivenlere dizilmişler, güzel güzel çocuklar her bir ırktan. Malta’ya çoğu genç İngilizce öğrenmeye geliyor, o yüzden genç öğrenci nüfusu fazla. Herkesin kafalar dumanlı, tam bir reggae ortamı. Gaza geldik kaldık. İçeride reggae yapıp aklımız oğlanlarda kalarak evin yolunu tuttuk, zira yarın daha da uzun bir gün..
2.GÜN: Bugünün menüsü Gozo ve Comino Adası. Deniz sezonunu açma zamanı. Akşama da Buggiba’da International Fireworks Festivali var, yine yoğunuz. Korsan minibüs gibi bir şeyle Gozo’ya feribotların kalktığı Cirkewwa limanına gittik. Önce Comino’ya uğrayıp oradan da Gozo’ya geçeceğiz. Gozo 2. Büyük ada. Comino küçücük ama masmavi bir güzelliğe sahip. Meşhur Blue Lagoon koyu burada. Oraya yerleştik. Öyle tesis falan yok, bir gıdım kumluk alan, kayalıklar seriliyorsun. Sezonda nasıl sığıyor insanlar bilemedim. Tekneler de yanaşıyor. Deniz turkuaz acayip güzel gözüküyor ancak buz gibi ve deniz anaları vardı. Anca dize kadar bıcı bıcı yapabildim. Bir Ege değil arkadaş. 2 saat takıldıktan sonra küçük başka bir tekneyle Gozo’ya doğru yol aldık. Giderken de mağaralar arası gezdirdiler. Bugün deniz üstündeyim ya ferahım, hiç turist olasım yok. Koy beni sahile yatayım. Ama liste kabarık. Gozo’ya indik fazla da vakit yok. Otobüs vakit kaybı olacak. Malta’da otobüs çok ucuz bu arada. 1 euro falan basıp tüm gün o biletle takılabiliyorsunuz. Taksicilerle de sıkı pazarlık şart. Bir taksici abi bize birkaç saatlik tur önerdi, atladık.
Dayı önce bizi “görmezsen öl” yerlerden Azure Window’a götürdü. Khallesi’nin düğününün olduğu yer diyeyim siz anlayın. Fotoğraf çekmelik yerler buralar. Yapacak bir şey yok. Kayalık, mavi, instagram falan. Gozo şehrini bir turladık arabayla ama buralarda da pek hayat yok. Anladığım kadarıyla insanlar plajlara geliyor buraya. 1 gün öncesi 1 mayıs tatili olduğundan biz Malta’da şehri gezerken tüm bu nerede dediğimiz insanlar buraya denize gelmişler. Büyükada’ya gider gibi bir şey. Kalabalıkta gözümüz yok, tenha huzurluyuz. Bir tane de kiliseyi dışından gezdik ve bitti Gozo bizim için. İtalyan kasabaları gibi bir yer bekliyordum açıkçası, biz mi göremedik oraları yoksa hayat mı yok bilemedik, herkes saklanmış. Hop feribotla geri döndük Maltamıza.
Akşam Buggiba Bay’de Uluslararası Havai Fişek Festivali var. Festival kapsamında gün içinde konserler, panayırlar hayat vardır diye oraya gittik. Ve sonunda muhteşem bir günbatımını yaşadık. Sıra sıra restoran dolu uzun bir koy. Bugün de Malta yöresel yemeği yiyelim dedik demez olaydık. Tavşanlı makarna gibi bir şey. 100 saatte geldi, yazarken bile mideme bir şeyler oluyor. Tavşanı ayırıp makarnayı yedim resmen. Yok bıraksınlar, burada İtalyan mutfağından yürünmeli, karıştırmayın hiç. Malta kendine özgü bir tavşan yapayım demiş demeseymiş, takıl canım sen İtalyan, İngiliz karışımınla.
Korkunç yemeğimiz üzerine Havaifişekleri izlemeye gittik. Gerçekten görülmeye değerdi. Festival falan tüm gece patlayacak sandık. Herkes bir yere gidiyordu takip ettik. Havai fişek değil ama fişeklerden ışıklardan farklı ülkelerden çalışmalar yapmışlar. Yanıyor, dönüyor patlıyor falan ama o kadar insan görebilmesi zordu. Ben sonuna kadar yine havada bir şeyler olacak bekledim olmadı. St. Julians’a geri dönelim artık dedik. Ece’yi yine eve yollayıp, neymiş şu gece hayatının kalbi yürüyelim dedik Müge ile korkunç gerçekle karşılaştık. Tüm apaçi kulüpler bir geniş sokakta toplanmış. Herkes sarhoş, kızlar bir başka türlü. Bodrum Gümbet barlarından hallice. Gentleman’s Bar yazıyor her yer zaten. Koşarak uzaklaştık. Gene en iyi yeri dün bulmuşuz. Benim geri dönesim çıtırlarıma sarılasım vardı ama Müge ağır şoku kaldıramadı, biz de eve döndük. Malta gece hayatı yıkılıyor diyenlerin de neler aradığını öğrenmiş olduk..
3.GÜN: 16.30’da uçağımız var, Allah ne verdiyse tamamlayacağız artık. Balıkçı koyu buranın simgesi Marsaxlokk’u bugüne ayırdık. Pazarları da pazar oluyormuş. Bakınır bir balık yer uçağa geçeriz kafasıyız. Zira havaalanı buraya epey yakın. Yalnız, bavullarla yapacağız bu yolculuğu. Sabah Valetta üzerinden Marsaxlokk otobüsüne binerek 1 saatte vardık. Küçük bir yer bura, ayırdığımız saat bile fazla. Pazarda Malta’dan alınabilecek her şeyi alabilirsiniz. Balı meşhur zaten Malta “bal” demekmiş. Baldan yapılan bir sürü de bir şeyler var. Yemekten elektroniğe ne ararsan var tipi bir pazardı. İstatistiklerime göre en ucuz souvenir bıdıları Valetta’daki dükkanlarda. Kahvaltıyı da öğle yemeğini de burada çıkardık. Aşırı kalabalık her yer. Bulduğumuz boş yerde güzel de bir balık menümüzü yaptık. Artık gitme zamanı. Ama her şeyimizi en ekonomik, kazık yemeden ayarlamışken son kazığı bize taksici abiler attı. Otobüs var diye rezervasyon yapmamıştık ama yokmuş. Taksiyi bir türlü bağlayamadık. 3 dakikalık mesafeye baya kazığı yedik. Ama hiçbir şey ummadan geldiğimiz Malta bizi güzel ağırladı. Gene gelinir mi bilemeyeceğim. Yolu Sicilya’ya düşenler için değişik bir kaçamak olabilir belki..