Var mı Bodrum gibisi ?
Soul Free Project’e madem yurdum topraklarından devam diyoruz o zaman biraz daha geri döneyim döner dönmez özgür ruhu nerelerde aradığımdan başlayayım.
En son Gezi olaylarının başladığı noktada terk etmiştim Güney Amerikamı. Gelir gelmez de kendimi Gezi Parkı’nda buldum. Kimse anlamadı bile geldiğimi, ben de anlamadım nasıl bir bağlılığı geride bıraktığımı. Ama sonra her şeyde olduğu gibi direnmek de rutine bağlayıp alışkanlığa dönüşünce sardı beni gene yeni heyecanlar.
İtiraf edeyim havalar bizim burada ısındı orada soğudu diye dönüşümden marjinal fayda çıkarmadım değil. Buenos Aires soğudukça beni bir deniz kenarı heyecanı kaplamıştı. Hoop kendimi Bodrum’da buldum. Zaten evsizim, işsizim. Şu an bunları düşünmeden 2 ay kafa dinlemeye, hasret gidermeye devam dedim. Bodrum’da çok çok değişik modlar yaşadım. Ne kadar çok yönlüymüşüm ben. Aile saadeti bir yanda, sörf saadeti bir yanda, alkol saadeti, kafa dinleme saadeti, arkadaşlar vs. derken kendimi Bodrum’da iş ararken de buldum en sonunda.
Bu yaz Bodrum benim için Gündoğan demekti. Genelde hep kısa ziyaretler yapar merkezde takılır dönerdim. Yaşadığım yerin cevherlerini keşfedememişim. Konfor özlemiyle gelip yine bir hostel tarzı devam ettim yalnız. Tavanarası şişme yatağı,The Marmara şezlongu, Gümbet hücresi (oraya geleceğim) vs. beden ortopedi göremedi.
En ilginç uyuduğum yer de herhalde süslenip püslenip The Marmara’da gittiğim İdil’in ablası İrem’in düğününde havuza atılmış sırılsıklam halde şezlongda havluya sarılmış uyurken sabahı bulmaktı. Bu da önce sonra hallerim.
Aile saadeti devam ederken sıkıldım biraz eeeh dedim ben yelkene başlıcam. Gittim yıllar önce yine bir işsiz güçsüz zamanımda sığındığım Sail Loft’a. Sörf cennetinden yeni geldim havasıyla başladım katamaran derslerine. Baktım kafam dağılıyor bara da takılmaya başladım. Tek başına Güney Amerika’nın tüm barlarını gezmişim artık garip gelmiyor tek gitmek. Burası da enteresan biçimde oradaki sörf barlarının ortamını hatırlatıyor.Caipirinha bile var daha ne! Tabi bir Brezilyalı sörfçü potansiyeli göremedik ama neyse en azından aynı dili konuştuğum insanlarla tanışmak da iyiydi. Aradığım, oralarda beni çeken lokal ruhunu buldum. Orada tek başıma bara gider bir sürü insanla tanışır eğlenirdim. Ne garip karşılanırdı ne rahatsız edici bir durum yaşanırdı. Burada da aynı tatta bir yer bulmak buhranımı biraz aldı. Böyle böyle derken bir baktım demirbaş olmuşum ben. Oturduğum köşemde yeni insanlar tanıyorum.Yeni tanışanlara Güney Amerika’dan geldim demek de pek havalıydı ama oradayken de Türk olmak havalıydı. Havalı olan şey değişik geliyor olmak zaten. Neyse gide gele bir de #mervenaber fenomeni oldum. (bkz.sayfanın altı) Kafası rahat insanların sadece teee uzaklarda olmadığını görmek içime su serpti.
Yalnız, bizim ev dönemlik Ağustos’ta bitiyor. Ne de çabuk geçti 2 ay. Ben yine doyamadım. Arada Çeşme’ye kaçtım döndüm darlanarak. Çeşme’de böyle olduysam kimbilir Ankara’da ne hale dönerim diye bir korku kapladı. Sırf kalacak yer olsun bana diye bir tane yat firmasında işe başladım. Websitesi içeriklerini düzenlicem falan. Yer Gümbet’te. Aman yarabbi bir apart verdiler o kadar sefil gezdim böyle yerde kalmadım. 1 gece kaldım topu topu ama hayatımın en korkunç gecesiydi. Gözümü kapadığım an Gümbet apaçileri tarafından saldırıldığım kabusunu görüyordum. Havasızlıktan uyuyamadım zaten. Akgün Ailesi’nin acil yardımıyla ve İstanbul’dan gelen iş teklifiyle istifayı basarak Gündoğan’a geri döndüm. Yine başladı gündüzleri mavili huzur geceleri çılgın geceler. Komşu kızıyken bir anda Akgün Malikanesinin 5.üyesi de oluverdim. Backpacker kafası devam.
Sonra ben yine geldim gittim Bodrum’a hep ama asıl soul free gelişim Kasım’daydı. Bir sebeple yolum Ege’ye düştü e ben Bodrum’a uğramadan dönmem dedim. Atladım hafta sonu. Kasım’ın ortası ve hava muhteşem. Denize giremiyorsun ama kenarında seyredip koklamanın ne olduğunun farkına varıyorsun. Öyle bir hava. Şili zamanlarım gibiydi. Marina yakınlarında Fink yanında Pasaj Otel diye bir yere yerleştim. Öyle yürürken bir bakayım diye girdim. Sezonda kalınmaz kesin aşırı gürültülüdür ama bir tek ben vardım temiz, ilgili insanlardı, fiyat da makuldu. Sonra bisiklet kiraladım kendime. Bardakçı’ya sürdüm. Denize inmek için yokuş çıkmanın mantığını hala çözebilmiş değilim. Egelim helal kıza bisikletle gidiyor dese de arkamdan utanmamak için direnip gözden kaybolunca elimde taşımasını bildim. Bardakçı benim kaçış noktam. Oteller arasından boş bir yer var bu zamanlarda buraya geliyorum ben huzuru yoklamaya. Bisikletimi nerelere sürmedim ki. Yıllardır Bodrum’a gelip giderim sanki ilk kez geldiğim bir yer gibiydi. Tüm arka sokaklara girdim. Herkes yerli, beni de öyle sanıyorlar. Bozmamak için gari falan ekliyorum cümlelerimin sonuna o derece. Bisiklet, deniz, ipod, kitap yetti bana. Vazgeçilmezlerim Sünger Pizza, Cafe Cafen, Adamik de ihmal edilmedi.İyi de Instagram yaptık oh mis. Zaten bu esnada karar verdim ben böyle böyle haftasonlarından kendime özgür bir dünya yaratırım diye. Özetle Kasım’da Bodrum başkadır ve Bodrum Türkiye’de evim demek istediğim tek yerdir.
Bu da #mervenaber furyasından seçtiklerim ve benim cevabım